20 Eylül 2010

Şerbetli Baklava Belgeseli











Dünyanın çeşitli televizyonlarına sayısız belgesel yapan ve çalışmaları, çeşitli film ve televizyon festivallerinde çok sayıda ödül olan Yunan kökenli bir Fransız yönetmen Angelos Abazoglou’nun Douceurs d’Orient (Tatlı Dünyası) adlı filmin gala gösterimi, 23 Eylül Perşembe akşamı, saat 19:30’da Taksim, Fransız Kültür Merkezi’nde yapılacak.



Türk-Yunan ortak yapımı Douceurs d’Orient (Tatlı Dünyası), 16 yaşında Antep’te yaşayan bir baklavacı çırağının usta olma sevdasıyla İstanbul’a yaptığı yolculuk ekseninde baklavanın öyküsünü anlatıyor. Cyclope yapımı olarak gerçekleştirilen projeye, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul Ajansı’nın desteğiyle 2009 yılı sonunda başlandı. Fransız ARTE, Arap El-Cezire, Yunan ERT, Macar Duna, İspanyol ve Portekiz Chello ve Japon NHK televizyonlarında gösterime girmesi kesinleşen film, önümüzdeki aylarda on ayrı ülkenin televizyonlarında izlenebilecek. Line production: Mesut Yaşar Tufan. Assistant director: Kerem Bumin (Semih Kaplanoğlu’nun da asistanlığı yapmış olan)


Uluslararası bir çok projede imzası olan Angelos Abazoglou, ele aldığı konuları keskin bir bakışla değerlendirmesiyle tanınıyor. Anadolu’nun ücra bir köşesinde tatlıcılık mesleğiyle uğraşan ve usta olmayı kafaya koyan bir tatlı çırağının İstanbul’da usta oluş hikâyesi üzerinden baklavanın yapım sürecini, tatlı dünyasının emektarlarının işleriyle kurdukları derinlikli, etkileyici ilişkiyi anlatan filmin çekimleri Gaziantep’te başlayıp İstanbul’da tamamlandı ve altı hafta sürdü.

Filmi zengin Türk kültürünü, tatlı dünyası üzerinden anlatmayı ve dünyaya tanıtmayı amaçlayan bir proje olarak değerlendiren 2010 AKB Ajansı, tatlının ve anlam dünyasının İstanbul’un binlerce yıllık çok kültürlü yapısının ve farklı kültürlerle buluşmasının en derin sembollerinden biri olduğu düşüncesiyle yapıma destek verdiğini açıkladı.

Üç aylıkken Atina’dan Paris’e yerleşen Kafkas kökenli, İstanbullu bir Rum ailesinin çocuğu olan Angelos Abazoglou, filmi ve onu Türkiye’ye çeken geçmişi hakkında şunları söylüyor:

“Bu filme başlayana kadar İstanbul’a sadece turistik gözle bakmıştım. Filmi yaparken köklerimin burada olduğunu daha çok hissettim. Özellikle Türklerin oyunculuğa yatkınlığı beni çok şaşırttı. Profesyonel oyuncu kullanmamamıza rağmen mükemmel performanslara şahit oldum. Çekim ekibiyle filmde rol alanlar arasında öyle bir saydamlık yakaladık ki, aramızda kamera yokmuş gibi gerçekçi bir sonuç aldık. Bu da proje için çok önemliydi. Çünkü Fransız sinemasının en yaratıcı film akımlarından olan cinéma verité (hakiki sinema) stili ve tadı ancak böyle yakalanıyor. Baklavanın oluşum süreçleriyle insanın kendini, kişiliğini, dünyayı keşfediş süreçleri arasında özellikle tasavvuf literatüründen esinle paralellikler kurmak, Türk kültürünün dışarıdan sade görünen, içine girildiğinde ne kadar derin ve zengin olduğu anlaşılan kodlarını gün ışığına çıkarma amacını taşıyordu.”

“Çocukluğumdan beri, iki tür eğitim gördüm. Biri yaşadığım Fransa’da okulda aldığım eğitim, diğeri ise nispeten şark usulü diyebileceğim, usta ile öğrencisinin daha birebir ilişkisinden doğan bir eğitim. Osmanlı kökenli ve son derece yetkin bir eğitim almış olan babam, bildiklerini bir şekilde oğluna miras bırakmayı kendine vazife edinmişti. Bütün okul hayatım boyunca, hiç aksatmadan sabahın beşinde kalkıp, yedideki otobüse binene kadar beraber yaklaşık iki saat vakit geçirirdik. Bana bilimin ve sanatın kapılarını açar, güzel ve faydalı şeylerin neler olduğunu anlatırdı. Ben buna razı olmayabilir, bu kadar erken sıcacık yatağımdan çıkmayı reddedebilirdim ama babamla birlikte geçirdiğim, üzerimde uyku mahmurluğu ile yarı rüyada olduğum o anları seviyordum. Babam benim kişiliğimi şekillendirirken, onun bana anlattıkları da ilerde yalnız başıma olacağım dünyayı daha iyi anlamama yardımcı oluyordu. Babam ben on beş yaşındayken öldü ve sanki başlı başına bir yaşam felsefesi de onunla aynı akıbete uğradı. Bugün, usta-çırak ilişkisindeki öğreti tılsımını yeniden görebilmek için bu alême dalmayı düşündüm.”

"Babam İstanbul’da doğdu. Çocukken, beni her sabah okula gitmeden iki saat önce uyandırır ve bildiklerini bana öğretirdi. Okulda öğrendiklerimizden farklı şeyleri, bilimi, hayatı anlatırdı. Bunlar aklımda yer ettiği için hep Türkiye’de bir film çekmek istedim. Bilginin bir kuşaktan diğerine aktarıldığı usta- çırak ilişkisinin hala canlı olduğu bir alan bulmak istedim. Geleneğe en fazla bağlı kalınan zanaatın Doğu’ya özgü tatlıcılık olduğunu keşfettim. Usta-çırak ilişkisi de kullanılan alet edevat ve yöntemler değiştirildiği için modernizasyonla birlikte değişime uğradı. Ama bir baklava atölyesinde hiçbir makine yok. Her şey elde hazırlanıyor. Böylece kendi kimliğimi ararken ona en uygun metaforu buldum. Tatlıcılık hem bir gerçeklik olduğu için belgesel çalışmasına elverişli malzemeye sahip hem de moderniteye rağmen dünyada yerini korumaya çalışan bir geleneğin yansıması.”